Edebi Sanatlar mana üzerinde oyunlar yapıp, sözü güzelleştirme yolları. Edebi eserlerde mana ve fikri daha iyi anlatmak, açıklamak, zevkle okunmasını sağlamak ve ifadeyi temin etmek için yapılır.
Bir dildeki kelimelerin iki manası vardır. Bunlara hakiki ve mecazi manalar denir. Kelimelerin her zaman öz manalarında kullanılması Özellikle edebi eserler için kusur sayılır. Ayrıca hakiki manalar, her zaman duygu ve düşünceleri, hayalleri anlatmaya yetmez. Bu yüzden edebi sanatlar bütün dünya edebiyatlarının her döneminde kullanılmıştır. Türk edebiyatında, Özellikle divan edebiyatı sanatkarları bu sanatlara yer vermiş, istedikleri sanatı yapabilmek için hususi gayret sarfetmişlerdir. Son devir Türk edebiyatında istisnalar hariç söz sanatlarından vazgeçilmemiştir. Bir edebi eseri zevkine vararak okumak ve yazarının anlatmak istediğini tam anlayabilmek için diğer bilgilerin yanısıra edebi sanatları da bilmek gerekir.
Edebi sanatlar, zihni faaliyet mahsulü olmaları dikkate alınarak; a) Heyecana bağlı sanatlar, b) Fikre bağlı sanatlar şeklinde sınıflandırılabileceği gibi, bir ifade içinde yaptıkları vazife temel alınarak da 1) Mecazlar, 2) Manaya ait sanatlar, 3) Söze ait sanatlar şeklinde de gruplandırılabilir.
Bu ikinci gruplandırmaya göre mecazlar bölümünde teşbih, istiare, mecaz-ı mürsel, kinaye, ta’riz, teşhis ve intak, tecahül-i arif, hüsn-i ta’lil, mübalağa ve tezat yer alır.
Manaya ait sanatlar arasında, tenasüb ve iham-ı tenasüb, leff ü neşr, terdid, aks, tekrir, nida, rücu, kat’, sehl-i mümteni, istifham, muamma-lügaz iltifat, irsal-i mesel, tazmin ve iktibas gibi sanatlar vardır.
Söze ait sanatlar grubunda da; iştikak, kalb, iade, icaz, cinas, tersi, seci, aliterasyon sayılabilir.
Edebi sanatların en çok kullanılanları şunlardır:
Teşbih (benzetme): Aralarında benzerlik bulunan iki şeyden zayıf olanı kuvvetli olana benzetmeye denir. Edebiyatta çokça kullanılır. Bir teşbihde en az iki, en çok dört unsur bulunur. Bunlardan benzeyen ile kendisine benzetilen esas unsurlar (öğeler) olup, benzetme edatı ile benzetme yönü yardımcı unsurlardır. Öğe sayılarına göre teşbihler, unsurların hepsi ile yapılan tam teşbih, esas unsurlarla yapılan beliğ teşbih, benzetme yönü söylenmeden yapılan mücmel teşbih, benzetme edatı söylenmeden yapılan müekked teşbih denilen kısımlara ayrılır.
Tam teşbihe Örnek:
Mehmetçik cesaret ve kahramanlıkta aslan gibidir.
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen: Aslan
Benzetme yönü: Cesaret ve kahramanlık
Benzetme edatı: Gibi
Beliğ teşbihe Örnek:
Mehmetçik aslandır.
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen: Aslan
Mücmel teşbihe Örnek:
Mehmetçik Aslan gibidir.
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen:Aslan
Benzetme edatı: Gibi
Müekked teşbihe Örnek:
Mehmetçik cesaret ve kahramanlıkta aslandır:
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen: Aslan
Benzetme yönü: Cesaret ve kahramanlık
İstiare: Benzetme, yalnız benzeyen veya kendisine benzetilenle yapılırsa istiare sanatı ortaya çıkar. Bu da kendisine benzetilenle yapılıyorsa açık istiare, yalnız benzeyenle yapılıyorsa kapalı istiare olmak üzere ikiye ayrılır:
Açık istiareye Örnek:
Ağaçlar sonbaharda elbiselerini soyunur.
Kendisine benzetilen: Elbiseler Bu cümlede “elbiseler” kelimesi “yapraklar” yerine kullanılmıştır.
Kapalı istiareye Örnek:
... dönerken inleyen tekerlekler.
Benzeyen:Tekerlekler
Burada tekerleklerin dönerken çıkardığı sesler, hasta bir insanın inlemesine benzetilmiştir.
Mecaz-ı mürsel: Benzetme maksadı gütmeden bir kelime veya ibareyi öz manalarında kullanılmayacak şekilde ifade etmeye denir.
Örnek: “Derse girildi.” denildiğinde, ders söylenip, dersin yapıldığı yer olan dershane kastedilmiştir. Yine “Ateşi yak.” sözüyle, kömür odun vb. gibi şeylerin yakılmasının kasdedilmesi de mecaz-ı mürseldir.
Kinaye: Hem hakiki, hem mecaz manası anlaşılabilen sözdür. Biri için “Açıkgöz” denildiğinde, hakikat manası olan, o kimsenin gözünün açık olduğu anlaşıldığı gibi, mecaz manası olan zeki ve becerikli olduğu da anlaşılır. Bu sözde kasdedilen mecazi manadır.
Ta’riz:Bir sözün anlaşılan manasının tam tersini kastetmektir:
Örnek:
Tersinden Öğüt
Her nere gidersen eyle talanı, Öyle yap ki ağlatasın güleni, Bir saatta söyle yüzbin yalanı, El, bir doğru söz seylerse inanma.
Yusufelili Huzuri
Şair bu kıt’anın her mısrasında ta’riz sanatı yapmış, asıl söylemek istediğinin tam tersini ifade etmiştir.
Teşhis ve İntak: Teşhis, insan olmayan varlıklara insanların yaptığı işleri mecazi olarak yaptırma; intak da bu varlıkları söyletme, konuşturma sanatıdır.
Örnek:
Testi ile Güğüm
Güğüm bir gün testiye, “Yola çıkalım” dedi. Testi “Korkarım” dedi. Evde kalmak istedi.
Çünkü onu en küçük, Bir vuruş hemen kırar. Güğüme, boynu bükük, Dedi ki “Hakkınız var.”
“Sizin deriniz benden, Çok daha fazla sağlam. Siz gidiniz fakat ben, Size yoldaş olamam.”
Burada testi ve güğüm gibi iki varlık, insanlar gibi davrandırılarak teşhis, konuşturularak da intak sanatı yapılmıştır.
Tecahül-i arif: Bilinen bir şeyi bilmiyormuş gibi görünerek yapılan sanata denir. Çeşitli sebeplerle doğrudan doğruya söylenmek istenmeyen bir söz bu şekildeki ifade ile daha etkili olur. Ayrıca nükte yapmak için de çok sık kullanılır.
Örnek:
Beli bükülmüş bir ihtiyar bir gün yolda oturmuş, dinleniyormuş. Onun böyle yere eğilmiş gibi duruşunu anlamamazlığa gelen bir genç; “Ne o efendi baba, bir şey mi arıyorsun?” diye sormuş. İhtiyar, gencin bu ta’rizini anlamamış görünerek; “Evet oğlum, gençliğimi kaybettim.Onu arıyorum.” diye cevap vermiş.
Burada ihtiyarın cevabında tecahül-i arif sanatı yapılmıştır.
Hüsn-i ta’lil: Bir olayın meydana gelişini gerçek sebebinden farklı olarak hayali ve daha güzel bir sebebe bağlama sanatına denir. Özellikle divan şairleri tarafından çok sevilir.
Örnek:
Su Kasidesi’nden
Hak-i payine yetem der ömrlerdir muttasıl Başını taştan taşa vurup gezer avare su
Fuzuli
(Su, hazret-i Peygamberin ayağını bastığı toprağa kavuşmak için, ömür boyu başını taştan taşa vurarak gezmektedir.)
Bu beyitte, suların taşlar arasında sağa sola çarparak akıp gitmesi hadisesi normaldir. Fakat şair onun akışını, Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğu çok büyük aşk ve hasret sebebiyle, O’nun ayağının bastığı toprağa kavuşabilmek için bir çırpınış sebebine bağlayarak hüsn-i ta’lil sanatı yapmıştır.
Mübalağa: Övmek veya yermek için bir hususun abartılarak söylenmesi sanatıdır. Duygu ve düşünceler bu sanatla kuvvetlendirilmek istenir. Ancak, zevk ve incelikten mahrum, kaba ve hoş olmayan ölçüsüz çeşitleri, ters etki bırakır ve sevilmez.
Örnek:
Öyle zaif kıl tenimi firkatinden kim Vaslına mümkün ola yetürmek saba beni
Fuzuli
(Ayrılığınla vücudumu öyle zayıflat (saman çöpü gibi et) ki, sabah rüzgarının beni sana ulaştırması mümkün olsun.)
İnsan, ne kadar zayıflarsa zayıflasın, hafif esen sabah rüzgarının onu havalandırıp bir yere götürmesi düşünülemez. Böyle olmasına rağmen, beyitte vücudun rüzgarın götürebileceği kadar zayıflamasının istenmesi mübalağadır.
Tezad: Aralarındaki bir alakadan dolayı birbirine zıd manaları, bir ifadede toplamaktır.
“Bir evde ayş ü şadi bir evde ye’s ü matem” mısraında sevinç ve neşe manasına olan ayş ü şadi ile ye’s ü matem manaca birbirine zıd olup, aralarında tezat sanatı meydana gelmiştir.
Tenasüb: Manaca birbirine uygun kelimeleri bir arada zikretmektir. Divan edebiyatında çok kullanılan bu sanata “müraat-ı nazir”, “telfik ve tevfik” gibi isimler de verilir.
Örnek:
Siper et sinemi, gel hançer-i azara gönül Böyledir resm-i mahabbet buna yok çare gönül
beytinde siper, sine, hançer-i azar kelimelerinin birbirine fikir ve manaca uygunluğu neticesinde tenasüb sanatı ortaya çıkmıştır. Ayrıca aşağıdaki beyit de iham-ı tenasüp için iyi bir örnek teşkil eder. İham-ı tenasüpte kullanılan kelimelerin başka manaları da olabilir.
Pek uçurma bildiğim kuştur benim bağban Bülbülün gülzar-ı alemde hezarın görmüşüz
Nabi Efendi
Burada “uçurma” ile “kuş” ve “bülbül” ile “hezar” kelimeleri ayrıca başka anlamlar ifade ederler. “Uçurma” kelimesinde kuş uçurmanın dışında “yüksekten atma, mübalağa etme”, “hezar” kelimesinde ise “bin” manasının dışında “bülbül” manası ile karşılaşılır. Böylece iham-ı tenasüp yapılmış demektir.
Gerçekte mana;
“Bahçıvan; bildiğim o kuşu pek fazla uçurma. Biz alemin gül bahçesinde bülbülün binlercesini görmüşüz.” demektir.
Beyitte geçen kuş, bülbül ve uçurma kelimeleri kendi aralarında; gülzar (gülbahçesi) ve bağban (bahçıvan) kelimeleri de gene aralarında mana yönünden ilgili olduklarından tenasüp sanatı vardır.
Tevriye: Yakın ve uzak olmak üzere iki manası olan bir sözün bir nükteden dolayı uzak manasının kastedilmesidir.
Sordum didiler ahbab Semt-i vefada doğru yoldadır
Semt-i vefa, yakın manasıyla yarin bulunduğu yeri, uzak manasiyle, sadık ve vefakar olduğunu ifade eder. Yine doğru yoldadır, sözünün yakın manası yarin evinin semtinde dosdoğru yol üzerinde olduğuna, uzak manası ise, sevgilinin iffet sahibi olduğunu gösterir. Şair her ikisini de uzak manaları ile kullanmıştır.
Tekrir: Manaya güç kazandırmak maksadıyla bir veya birkaç kelimenin ısrarla tekrar edilmesidir.
Örnek:
Esselam ey zat-ı pak-ı Mustafa Esselam ey nur-ı iman esselam Esselam ey sahib-i lütf ü kerem Esselam ey kan-ı ihsan esselam
Necati
Şair, Hazret-i Peygamber için yazdığı bu şiirinde esselam kelimesini devamlı tekrar ederek tekrir sanatı yapmıştır.
Rücu: Önceden söylenen fikri sonra reddediyor veya değiştiriyor görünerek aslında onu kuvvetlendirme sanatıdır.
Örnek:
Makber, makber değil bir türbe
Abdülhak Hamid
Şair bu sözüyle, mezar manasına gelen makberi reddediyor görünerek gene mezar olan, fakat hususi şekilde saygı gösterilen mezarların ortak ismi olan türbe kelimesini söyleyerek ilk sözünü kuvvetlendiriyor ve rücu sanatı yapıyor.
Kat’ (kesme): Üslubun daha etkili olması için sözü okuyucunun sonunu tahmin edebileceği bir yerde kesmeye kat’ denir.
Örnek:
Birinde rüya tadı; Biri kan içen cadı. İkisinin de adı; Ömürden bir gün... heyhat...
Enis Behiç Koryürek
İstifham: Üslubun daha etkili olması için sözü soru şeklinde düzenlemeye istifham denir.
Örnek:
Sormayın; Kays ile Leyla neyidi. Biri mecnun, biri mecnuneyidi.
arif NihatAsya
Nida (ünlem): Dikkat çekme ve heyecan bildirmek için başvurulur. “Ey, oy, vay, hey...” gibi kelimeler ve noktalamada (!) işareti ile gösterilir.
Örnek:
Sabah Ezanı “Uyan!” diyen o güzel Nidaya aç odanı Açıp, güzelliği en Güzel çağında tanı;
Vakit ki seher vakti, Ezan sabah ezanı!
Uyan ey arif, uyan; Uyar uyuklayanı, Ki yerlerle gök-şimdi- Ezanların vatanı:
Vakit ki seher vakti, Ezan sabah ezanı!!
arif Nihat Asya
Sehl-i mümteni: İlk bakışta yapılması kolay görünen, denendiği zaman güçlüğü anlaşılan ve benzeri yapılamayan sade üsluplu eserleri teşekkül ettiren sanata sehl-i mümteni denir. Bu sanatla yazılan eserlerin dili sade ve sanatsız olduğu için aynı değerde eserin yazılabileceği sanılır. Fakat denendiği zaman benzerinin bile çok zor olduğu anlaşılır. Bu sanatla yazılmış en Ünlü eser Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir.
Örnek:
Mevlid’den
Allah adın, zikredelim evvela Vacib oldur, cümle işde her kula
Allah adın her kim ol evvel ana Her işi asan eder Allah ana
Allah adı olsa her işin önü Her giz ebter olmaya anın sonu
Süleyman Çelebi
Telmih: Söz arasında herkes tarafından bilinen bir olayın, adını kahramanı veya yerini söyleyerek olayın tamamını hatırlatmaya telmih denir.
Örnek:
İlahi
Ey dost senin yoluna Canım vereyin Mevla Aşkını komayayın Od’a gireyin Mevla
Yunus Emre
Yunus Emre “Od’a gireyin” sözü ile İbrahim Peygamberin aleyhisselam ateşe atılması olayını hatırlatıyor. Böylece telmih sanatı ortaya çıkıyor.
Muamma-lügaz: Edebiyatta manzum bilmece demektir. Edebiyatımızda başlı başına bir şekil olarak görünür.Anonim halk edebiyatındaki bilmeceler sorulu-cevaplı veya yalnız soru şeklinde düzenlenen söz ve zeka oyunlarına dayalı bir nazım şeklidir. (Bkz. Bilmece)
Örnek: Tren gelir İS diye Makinist vurur TAN diye Kömürcü küreği kaybetmiş Kondüktör bağırır BUL diye
Bu dörtlükte bilmece şeklinde verilen “İstanbul” kelimesidir.
İrsal-i mesel: Yazılı ve sözlü anlatımlarda atasözü ve vecize kullanmaya denir.
Örnek:
Affeyleyelim belki bilmez
“Bir sürçen atın başı kesilmez”
Şeyh Galip
Tazmin: Nazımda başkasına ait bir şiir parçasını kullanmaya denir.
Örnek:
Bir devri lanetiyle boğan şairin “Sis”i Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi. Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha “-Örtün. Müebbeden uyu. Ey şehr!...” o beddua; Hayır, bu hal uzun sürmez, sen yakındasın, Sıyrıl beyaz karanlık içinden, pırıl pırıl Berraklığında bilme nedir, hafta, ay ve yıl.
Yahya Kemal Beyatlı
Şair şiirinde Tevfik Fikret’in “Sis” şiirinin ismine ve aynı şiirden” -Örtün. Müebbeden uyu. Ey şehr!...” ifadesine yer vermiş; böylece bir yandan cevap verirken, diğer yandan da tazmin yapmıştır.
İktibas: Manayı kuvvetlendirmek ve sözü süslemek için şiir veya nesre, ayet-i kerime ve hadis-i şeriften birini katmaktır.İktibas müstahsen (güzel görülen) ve müstehcen (kötü görülen) olmak üzere ikiye ayrılır.
Müstahsen iktibas: Şiir veya nesir ile alınan ayet-i kerime ve hadis-i şerif arasında uygun düşmeyen, manası okuyucu ve dinleyici üzerinde hoş bir tesir bırakan iktibastır.
Bu kadar cürmü seyrettim ki Rahmet ümmidimin budur sebebi Ki buyurmuş Hüdayı azze ve cell “Sebakat rahmeti ala gadabi” Son mısra; “Rahmetim gadabımı geçmiştir.” mealindeki hadis-i kudsidir.
Müstehcen İktibas: İslam adabına uymayan bir ibarede, ayet-i kerime ve hadis-i şerifin alınması kötü sayılmıştır.
Aks: Bir terkib, cümle veya mısranın son kısmını başa, baş kısmını sona getirmek suretiyle başka bir terkib, cümle veya mısra teşkil etmektir.
Örnek:adat-us-Sadat isim tamlamasında, iki taraf arasında akis yapılarak, “adat-us-Sadat Sadatül adat” (Büyüklerin adetleri, adetlerin büyüğüdür.) cümlesi meydana gelmiştir. “Kelam-ı kibar, kibar-ı kelamdır.” da aksın bu kısmına Örnekdir.
Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var, mısraı ile:
Tahsil-i hüner vakti, hengam-ı civanidir. Hengam-ı civanidir, tahsil-i hüner vakti
beyti de mısranın tekrarı ile olan akse Örnekdir.
İştikak: Aynı kökten türetilmiş kelimeleri bir arada kullanmaya denir.
Örnek:
Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
M. Akif Ersoy
“Zalim” kelimesi “zulm” kökünden türetilmiş ve ikisi bir mısrada kullanılmıştır.
İade: Her beytin son kelimesini bir sonraki beytin ilk kelimesi olacak şekilde kullanmaya denir.
Örnek:
Defter-i a’malümün hattı hatadandır siyah Kan döker çeşmim hayal ettikçe hevl-i mahşeri Mahşeri eşküm virür seylaba ger ruz-i ceza Olmasa makbul-ı dergahın sirişküm gevheri Gevheridür aşk bahrınun Fuzuli ab-ı çeşm Lik bir gevher ki lutf-ı Hak anadur müşteri
Fuzuli
icaz: Az sözle çok duygu ve düşünce anlatmaya denir. Her kişinin, her sanatkarın kolaylıkla yapabileceği şey değildir.İnsanlar tarafından benzeri hiç söylenemeyen Örnekleri de vardır. Bunlar Kur’an-ı kerimin bütün ayetleridir. Hadis-i şerifler gibi de hiçbir kimse söyleyememiştir. Bu sanatta mana derinliği vardır.
Örnekler:
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi Kanuni Sultan Süleyman
Avazeyi bu aleme Davud gibi sal Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş
Baki
Muraat-ı nazir: Fikri bir sebepten, mahiyetlerindeki bir hususiyetten dolayı, manaları arasında bir ilgi bulunan kelimelerin aynı ifadede toplanmasıdır. Buna cemiyyet, tenasüb, telfik, tevfik, itilaf da denir.
Siper it sineni gel hançer-i azara gönül Böyledir, resm-i mahabbet buna yok çare gönül
Burada, siper ile hançer arasında fikri bir alaka vardır. Saplanmak istenen hançere karşı siper lazım geldiği gibi, siper de hançer ve benzerlerine karşı korunmak için kullanılır.
İstihdam: İki manası olan bir sözün kendisiyle bir manasını, zamiriyle diğer manasını ifade etmek sanatıdır. Bu tarif Arap edebiyatı kitaplarına göredir. Muallim Naci bunu, Türk dili şivesine aykırı görüyor, yerine; bir sözü, delalet ettiği iki manayı birlikte kast ile herbirini uygun yöne sarf etmek şeklinde bir tarif yapıyor.
Ayağa düş dilersen, başa çıkma Anınla başa çıkar cam-ı sahba
beytinde ilk mısrada ayak, insan uzvudur.İkinci mısrada bu kelime “anınla” zamiri ile temsil ediliyor; burada da kadeh manasına geliyor. Muallim Naci tarifine şu Örneki veriyor:
Bahar erdi, açıldı sevdiğim hem fasl-ı dey, hem gül.
Bu mısrada açıldı kelimesi, hem kış manasına gelen dey’e hem de gül’e ait açılmayı ifade ediyor. Birincisinde uzaklaştı, ikincisinde çiçek açıldı manasına geliyor.
Cinas: Nazımda sesleri (yazılışları) aynı, manaları ayrı en az iki kelimeyi kafiye olacak şekilde kullanmaya denir.
Örnekler:
Varı yok, yoğu var iden “Ol” durur, Dünyada her olanı “Ol”, oldurur. Her nefeste eyledik yüz bin günah Bir günaha etmedik hiç bir gün ah
Süleyman Çelebi
Kara gözler, kara gözler Kararmış kara gözler Gemim deryada kaldı Yelkenim kara gözler
Anonim Halk Edebiyatı
Seci: Cümle ve cümleciklerdeki kelimelerden birini, bir kaçını veya tamamını kafiye teşkil edecek şekilde tertiplemeye denir.
Örnek:
Hak tebareke ve teala, nitekim anın dinini müebbed ve şer’ini muhalled ve milletini haşre dek dayim ve ümmetini kıyamete değin kayim eyledi.
Sinan Paşa
Alliterasyon: Bir ibarede belirli ses ve hecelerin tekrarlanmasına denir. Böylece ahenkli bir söyleyiş meydana getirir.
Örnek:
Dest-busi arzusuyla ölürsem dustlar Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su
Fuzuli
bu beyitte 7 defa “s” sesi, 8 defa “u” ve 5 defa “l” 2 defa “t” sesleri tekrarlanmıştır.
Celaleddin-i Rumi’den dehen tolup olup pür fen Bilüp ahbar-ı ahbarı tolı esrar-ı didaram
beytinde de aynı durum vardır ve sesler aşağıda görüldüğü gibi tekrar edilmiştir:
C(1), e(6), l(6), a(8), d(5), i(5), r(7), u(2), m(2), d(6), n(4), h(3), t(2), o(3), p(4), ü(2), f(1), b(3), ı(3), s(1).
Bir diğer beyitteki alliterasyon sanatı da şöyledir:
Aman ya Rabbi el-aman ne müşkülmüş ahir zaman İki yüzlüler çoğaldı pek azaldı namaz kılan
a(15), m(6), n(6), y(2), r(3), b(2), i(4), e(4), l(7), ü(5), ş(2), k(2), h(1), z(4), ç(1), o(1), d(2), ı(3), p(1).
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi |